MİMARİDE CÜRETKAR ADIMLAR

Insan faktörünün varolduğu tüm yaşam alanlarına bütünsel bir gözle yaklaşan Deniz Kaçar’ın mimaride ve tasarımda yaratıcı süreçleri nasıl ilerliyor?

Eylem Şimşek Fotoğraflar Koray Işık

Spectrum Solution’da Mimarlık Birimi Yöneticisi olarak

görev yapan Deniz Kaçar, çocukluğundan beri yaşadığı alanı U kendi isteğine ve deneysel süreçlerine göre düzenleyen biri. “Etrafımdaki objeleri hep daha güzel daha ilginç kılma isteğim vardı içimde. İşlevsiz olduğunu düşündüğüm her şeye parçalabirleştir yaklaşımıyla yeniden hayat verdiğimi düşünüyordum.”” diyen Deniz Kaçar’ın ekosistemi göz önünde bulundurarak hayata geçirdiği tasarım süreçlerini merak ediyoruz.

İstanbul Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nün ardından Beykent Üniversitesi’nde İç Mimarlık Yüksek Lisans eğitimleri aldınız. Sizi mimariye yönlendiren neydi?

Yaşam alanlarının en temel taşının tabiat olduğunu fark ettim. Bu farkındalık beni doğa ile tasarım yapmaya yöneltti ve peyzaj mimarlığı okumaya karar verdim. Burada bakış açım doğa-insan bütünselliğini yeniden bir araya getirmek üzerine şekillendi. Amacim insan faktörünün varolduğu tüm yaşam alanlarına bütünsel bir gözle yaklaşmak ve bu doğrultuda işlevsel tasarımlar yaratmak.

Şimdiye kadar içinde bulunduğunuz projeler arasında neler var?

Şimdiye kadar Gedik Yatırım Genel Müdürlük Binası ve Türkiye genelindeki 15 şubesinin iç mekan ve branding tasarımları ve uygulaması, geçici strüktürlerin oluşturulduğu One Love, Sound Garden gibi çeşitli festivaller, özel ve ticari peyzaj ve iç mimari projelerimi sayabilirim. Bir de bunlara ek olarak neredeyse her projede kullanıcı için tasarlanan özel ürün projeleri bulunuyor.

Şimdiye kadar yaratığınız proje ve tasarımlar arasında sizi en çok yansıtan hangisiydi?

Kullanıcı kaygılarını bir tarafa bırakırsak, her tasarımcının yaratimında kendi imzası ve yansıması vardır. Bu bağlamda beni en çok yansıttığını düşündüğüm tasarım Biota diyebilirim. Biota’yı, floranın yavaş yavaş bozulmaya yüz tuttuğu günümüz şehir hayatina, insan elinin en doğal müdahalesi olarak görüyorum. Kusursuza en yakın şekilde tamamen el yapımı üretilen ve doğanın en yalın halinden ortaya çıkardığım bu ürünü kapalı mekanlarda bile doğal bir ekosistem sunması amacıyla tasarladım.

Sürdürülebilir mekanlar yaratmak bugün mimarinin odak noktasında. Tasarım pratiğinizde sürdürülebilirlik nasıl devreye giriyor?

Sürdürülebilir kavramı artık tüm dünyada bir tercih olmaktan çıkıp zorunluluk haline gelmek durumunda. Bunu estetik ya da politik kaygılarla değil; tamamen flora ve faunanın devamlılığı ve şu an elimizdeki tek gerçek mekan sınırımız olan atmosferin üzerinden izlerimizi silebilmemiz için yaşam biçimi haline getirmeliyiz. Mimari, insan hayatını şekillendiren en önemli yapı taşlarından biri. Ben peyzaj mimarı ve iç mimar olarak yaratımlarımda daima doğaya karşı transparan olmaya gayret ediyorum. Kurgulayacağım “Yaratımlarımda mekanın kendi ekosistemini oluşturabilmesi için daima doğaya çabalıyorum. Yeniden işlevlendirebileceğim, dönüştürebileceğim, doğal ve yerel materyallerin yer karşı transparan aldığı, yerel iş gücünün el emeğinin kullanıldığı, olmaya gayret yeşil teknolojiden yararlanabileceğim çözümler üze ediyorum’ rine eğiliyorum.

Tarzınıza yakın bulduğunuz mimari akımlar hangileri?

Tasarımlarında bir süreci benimsemekten ziyade, tutum bağlamında özdeşleşmekten yanayım. Bu konuda yapı ve ürün kategorisinde iki farklı örnek sunabilirim. Renzo Piano ve Richard Rogers imzası taşıyan Centre Pompidou, programın ya da işlevin sınırlarının sabit olmadığını, bir kalıp içerisine yerleştirilemeyeceğini vurgular. Kültürün esnek işlevselliği yapının esnekliğine yansıtılmıştır. Olay mimarisi bu sayede gelişir -ki bence bu bir devrim niteliğindedir. Mimari içerisinde ürün tasarımını irdeleyecek olursam, yaratım ve üretim anlamında benim için Charles ve Ray Eames çifti yol göstericidir. İkinci Dünya Savaşı’nda isi ve basınç kullanarak kalıplı ahşap üretim teknolojisiyle muhteşem bir pratik zeka örneği sergilediler.

Estetiği sanatla birleştiren mimari yapılar arasında favoriniz hangisi?

Bu soruya direkt olarak Frank Gehry’nin Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’ni cevabını verebilirim. Bu yapının yüzey özelliklerinin farklı unsurlara bağlı olduğu söylenebilir. Gehry bu tasarımda yüzeyleri adeta eriyen bir madde gibi akışkan hale getirmiş. Yapının bu özelliği yüzeyin algi biçiminden farklılaşmasına olanak sağlıyor. Ve mekanın somut sınırlarını konstrüksiyon sayesinde anlaşılması güç ve gizemli hale getiriyor. Bu yönüyle yapı adeta soyut, devasa bir heykeli andırıyor. İşinizin hızlı temposundan uzaklaşıp nefes almak istediğinizde neler yapıyorsunuz? Mimarlık disiplinlerinde çalışmak, mesleğinizin 7/24 soluksuz bir şekilde yaşayan bir organizma olduğunu kabul ettiğiniz zaman size esas hazzı verir. Bu nedenle iş saatlerim dışında da aslında nefes aldığım alanlar hep tasarım, keşif, üretim ve sanat içerikli. En çok keyif aldığım ve rahatladığım anlar aslında bir araba ve yanımda bana eşlik eden, beni içsel olarak doyuran insanlarla yaptığım yarı planlı yolculuklardan oluşuyor. Yalnız kalmak istediğim zamanlarda ise küçük yaşlarımdan itibaren beni dinginleştiren, düşüncelerimi berraklaştıran piyanomun başında otuyorum.